Çocukluğumda evin baş köşesinde duran portreden etkilenerek bakardım sana.. asil duruşlu, yüzünde ciddiyet ama sevecen bir kişiliktin bana göre .. çocuk olup herşeyden bir haber olmama rağmen sonsuz bir gururdu her bakış, her dinleyiş...
merak sardı illaki.. kimdi, neyin nesiydi bu adam? yaptıklarını okuyarak, dinleyerek tanımaya başladım ve hala okuyarak öğreniyorum..
Samsun’da başladı serüven, işgal altında olan milletimizin yanına giderken hiç tereddüt etmeden, asker kimliğini kenara bırakıp, sivil olarak hareket etmeye başladın...GÜNEŞ DOĞDU.. milli mücadelede birlik ve beraberliğin gerek olduğunu kulaktan, kulağa yayarak, halk senden güç aldı. Birlik ve beraberliğin sonucunda ise işgale karşı “dur” diyerek destan yazdırdın...”büyük umudum gençler” dedin 19 mayısı hepimize armağan ettin...
bizlere inancın cinsiyet ayırmaksızın tamdı, öyleki bana bir birey gözüyle bakıp, oy hakkımı verdin.. mecliste bir gün sarıklıların yüzüne baka, baka “Sizin kendinize mi itimadınız yok,Türk hanımlarının faziletine mi ?” dedin.
Sadece kadınlarımızın hakkını değil, Sakarya meydan savaşından sonra Ankara dönüşünde büyük bir tören ile karşılanırken sen ve ordumuz.. meclise doğru yol almak isterken, cemaat yolu değiştirip önce Hacı Bayram Veli'nin türbesine gidip, onun ''yüksek maneviyatının yardımıyla'' kazanılan bu büyük zafer için orada dua edip, sonra Meclis'e gidip nutuklar okunacağını öğrendiğinde “ 'Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış, karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam!” diyerek ateş püskürdün...
mütevaziliğin taht kurdu kalbimde.. öyleki Sakarya savaşını resmeden ressamın tablosunda, at üstünde heybetli göründüğün için kimsenin görmesini istemedin, çünkü: “savaşa katılan tüm bireyler bilirki hem bizler, hem hayvanlarımız bir deri bir kemiktiler, bu şekilde Sakarya küçümsenir” ifadelerini kullanarak yine büyüklük gösterdin...
cesurdun, Çanakkale savaşında..askerler “ düşman ölüm saçıyor geçilmez” dedikleri halde “ böyle geçilir” diyip kireç tepeyi tutmak için alevler, gülle atışları arasından koşarak askerlerlerimize güç ve cesaret vererek ön sırada bulundun...çok kayıbımız oldu.. üzüldün ama Çanakkale’yi sayende geçen olmadı...
emindin topraklardan ve misafir perver..Kral Edward ziyaretine geldiğinde, limana yanaşan kayıktan inerken eli yere dediği için, tokalaşmak için elini uzattığında, ilk önce mendile sarılmak istemişti, sen ise “ topraklarımız temizdir diyip sıkıca elini sıktın....
doğa dostuydun, her fırsatta denize girip yüzerdin... Dolmabahçe sarayında çok ihtiyar ve geniş bir ağacın senin yolunu kapadığını görüp ağacı kesmeye yeltenen bahçe mimarına “'Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !'' diye itiraz ettin...
hayvanları çok severdin... bizzat ilgilenirdin köpeklerin Alp,Alber ve Fox ile...
lafını hiç esirgemedin.. bir gün mecliste laiklik söz konusu olduğunda, din alimlerinden biri kürsüye çıkıp alaycı bir tavırla “ 'Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor. Afedersiniz ben bu lağikliğin manasını anlamıyorum, nedir bu laiklik ?” diye sorduğunda masaya vurup “'Adam olmaktır Hocam, adam olmak! diyerek sualini çok net bir şekilde cevaplamıştın...
çok zekiydin, yurt dışından misafirler geldiğinde öncesinden planlı, programlı hazırlanır, hem o ülkenin tarihini, hem mitolojiyi, hemde o ülkenin ünlü sanatkarlardan bahsetmesini, hatta sular, seller gibi İngilizce, Almanca, Fransızca konuşmasını iyi bilerek herkesi hayran bırakırdın..
çocuklar senin için ayrı bir dünyaydı...Kendin hiç baba olamadın ama bütün çocukları baba şefkatinden mahrum etmedin, bir kaçını evlat diye benimsedin ve onlara babalık edip, okul tahsillerini en iyi şekilde yapmaları için uğraştın, hatta yetmedi 23 nisanı dünya çocuklarına armağan ettin, çünkü: “ çocuk demek, sevgi demektir” derdin....
kültür ve sanata asla burun kıvırmazdın... “sanat güzelliğin ifadesidir çünkü” derdin... çok severdin kitapları.. Namık Kemal’i okumayı... her yılda Çankaya Köşkünde sanatçıları ağırlar, türküler söyler ve onlarla sohbetler ederek bilgilerini paylaşırdın. tiyatro, edebiyat, heykeltıraş, mimari, resim, müzik gibi sanatın bütün dallarıyla ilgilenirdin... “Nutuk” döküldü kaleminden, gençliğe ve geleceğe hitaben ...
medeniyeti öğrendik sayende, temiz giyinmeyi.. her zaman bir direm, bir çekirdek giyinirdin.. en çok beyaz gömleği severdin. Gardırobunda asla mavi gömleğe yer yoktu.. her gün sabah kalktıktan sonra kahveni, sigaranı içtikten sonra sinek kaydı traş olurdun...inatçıydın, doktorlar “bu kadar sigara içme, sağlığına zarar” demelerine rağmen söz dinlemezdin..
“Atam” denilmesinden hiç hoşlanmazdın, bu yüzden sana paşam demeyi tercih ediyorum.. üzgünüm paşam.. ülkemiz ilerlesin istedin.. okumuş akıllı zihinler ve silah arkadaşlarınla kurdun cumhuriyeti .. medeniyet, adalet, hukuk, tarıma destek ve iş imkanları sunarak ilerledin ama...maalesef 10 kasım saat 9.05 de, çok istemene rağmen, bir zeytinyağlı enginarı tadamadan yumdun gözlerini...
senden sonra çok şey değişti... örnek olduğun bir çok şeyden uzaklaştık.. senin gibi düşünen olmadı, unuttular, unutturmaya çalıştılar tarihi...
Haklarımızı her daim savunan mavi gözlüm, sarı saçlım, bütün emeklerine çok teşekkür ediyorum. Asla izinden ayrılmayıp adaletli olup, iyi insan olabilmek adına elimden geleni yapacağım, haksızlıkta senin gibi susmayacağım...din, dil ırk ayırımı yapmayacağım.. söylediğin gibi çalışarak, ayaklarımın üstünde durup minnet etmeyeceğim ...sen ki örnek olup“ benim söylediklerim ile ilim ve bilim ayrı düşerse, ilimi feni ve bilimi seçin“ diyen güzel yürekli insan. Nasıl sorgulayıp, araştırarak bilgilenmem...
inanıyorum ki benim gibi düşünen bir çok insan var ve olacak ! Işıklar içinde uyu paşam, seni unutmadık, asla unutmayacağız unutturmayacağız ve her daim saygıyla, sevgiyle ve minnet ile anacağız ...
isabella
-----
memento mori - memento vivere..