Ateşkes ile ilgili görüşme, Ege’de Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda yapıldı. Görüşmelere İtilaf Devletleri adına, İngilizlerin Akdeniz Filosu Komutanı Amiral Calthorpe, Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey katıldılar.
27 Ekim’de başlayan ateşkes görüşmeleri 30 Ekim’e kadar devam etti. Türk heyeti, önerilen koşulların hafifletilmesini istediyse de Amiral Calthorpe bunun mümkün olmadığını belirtti.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması 25 maddeden oluşmuştur.
Mondros Ateşkes Antlaşmasının Maddeleri
1- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz’e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.
2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.
3- Karadeniz’deki torpiller hakkında bilgi verilecektir.
4- İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul’da teslim olunacaktır.
5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.
6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.
7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.
8- Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.
9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.
10-Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.
11- İran içlerinde ve Kafkasya’da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler.
12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.
13- Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.
14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye’den temin edeceklerdir. (Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.)
15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletlerin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.
16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletlerinin kumandanlarına teslim olunacaktır.
17- Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.
18- Trablus ve Bingazi’de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.
19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.
20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletlerine teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.
21- İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir.
22- Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletlerinin nezdinde kalacaktır.
23- Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.
24- Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır.
25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir.
mondros ateşkes antlaşması ve mondros ateşkes antlaşmasının önemi ile ilgili bilgiler.
1877-1878 yıllarında, 93 Harbi dediğimiz FELAKET sonunda Ruslara ağır biçimde yenilen ve Balkanlarla Kuzey Doğu Anadolu'yu tümüyle kaybeden Osmanlı Devleti Padişahı ABDULHAMİT, Ayestafanos (İstanbul-Yeşilköy) Andlaşması ile ağır yenilgiyi kabullenmiş oluyordu.
Ayestafanos Anlaşması, felaketimizi tescil ediyordu.. 3 Mart 1878
Bakınız: Ayestafanos Andlaşması Hükümleri..
Aynı sene; Batılı Bankerlere olan borçları da ödeyemediğimizden, AĞIR İFLAS durumuna düşmüştük. BAK: Muharrem Kararnamesi (1881)..
Rusların EGE Denizine inmesi batılı büyük devletleri işkillendirince bu andlaşmanın ağır şartları, büyük devletlerin yardımıyla ve BERLİN ANDLAŞMASI ile kısmen de olsa hafifletildi.
ABDULHAMİT, İngilizlerin bu iyiliği karşılığında İngilizlere KIBRIS'ı hediye etti. Hiç savaşmadan Kıbrıs'ı İngilizlere vermiş olduk.. Yıl: 1878
İyi mi?.. Böylece BATUM da gitti, BALKANLAR ile KIBRIS da gitti!..
Rodos ve Oniki Ada'nın İşgali
Rodos ve Oniki Ada'nın İşgali veya Oniki Ada'nın işgali isimli harekat 1912 yılında Oniki Ada'nın Trablusgarp Savaşı sırasında İtalyanlar tarafından yapılan çıkarmalar sonucu işgale uğraması.
Harekat öncesi durum
Taraflar arasındaki diplomatik temaslarda İtalyanlar, Osmanlı hükümetini barışa zorlamak için Ege Denizi'ndeki birkaç adanın işgal edilmesinin veya Anadolu sahil kentlerinden birine çıkartma yapmanın Üçlü Ittifak'a aykırı olmayacağını illeri sürüyor, hatta Rodos ve Oniki Ada'nın Avrupa'da değil, Asya'da bulunduklarını iddia ediyorlardı.
İtalya, Akdeniz'de harekete geçmeden önce diğer Avrupalı devletlerin onayını almak istiyordu. Avusturya'ya ilk başvuru yapıldı. Ekim 1911 İtalyanlar niyetlerini haberdar ettikten sonra Avusturya Hariciye Nâzırı Aerental böyle bir girişimin Balkanlarda durumu bozabileceğini ve 1882 tarihli Üçlü ittifak antlaşmasının 7. maddesinde belirtilmiş Avusturya çıkarlarına zarar vereceğini söyleyerek karşı çıktı.[1] İtalya, Üçlü ittifak anlaşmasını yenilememe tehdidiyle Avusturya'yı yumuşatmayı başardı.
Almanya ise başlangıçta ilgisiz davrandı. Osmanlı Devleti'nin Rodos ve Oniki Ada'da önemsenecek bir askeri kuvveti bulunmadığından Adaları işgal etmenin İtalya'ya hiçbir yarar sağlamayacağını görüşünü sergiledi. Fransa ve İngiltere'nin yaklaşımları ise diğer devletlerinkinden farklı olmadı. Fransız hükümetinin görüşüne göre, Osmanlı Devleti barışa yanaşmıyordu o yüzden İtalya'nın hareket serbestisine sahip çıkması gerektiğini düşünüyordu.[2] İngiltere ise, İtalya'nın yapacağı harekat çıkarlarını zedelemediği sürece Adaların işgali ve Türk şehirlerinin taciz edilmesinde bir sorun görmüyordu. Boğazlar (İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı üzerinde hakimiyet kurmaya çalışan Rusya ise İtalya'nın Osmanlı'yı bir iki hayati noktasından vurmasının Rusya'yı memnun edeceğini ve bunun Rus isteklerine sürekli muhalefet eden Türklerin burnunu sürteceğini söylemiştir.
Osmanlı Devleti ise Rodos, Sakız, Sisam ve Midilli gibi önemli gördüğü adalara takviye kuvvetleri sevketmek ve yine Rodos ve Midilli ile Limni ve İstanköy adalarına silah göndermek suretiyle tedbirler almaya çalıştı.
İtalya önceden adaların Anadolu ile irtibatını kesmek ve böylece Ege'deki harekatının Osmanlı Devletince izlenmesine engel olabilmek amacıyla haberleşme kablo ve istasyonlarını tahrip eden İtalyan Donanması, adaları işgal için harekete geçti.
“Millî Gazete’nin bile dikkatinden kaçırmayı başardılar. Türk Petrol Kanunu önceki gün Alkol Yasası tartışmaları ile birlikte onaylanarak yürürlüğe girdi...
Alkol lobisi, faiz lobisi derken petrol lobisi çok kritik bir yasayı Meclis’ten geçirdi. Türkiye Gezi Parkı olaylarına kilitlenirken, Türkiye’nin petrol rezervi adeta yeni kapitülasyonlarla çok uluslu emperyal şirketlere peşkeş çekildi. Cumhurbaşkanı Gül’ün onayı ile yürürlüğe giren yasada Türkiye’nin milli menfaatleri bir kenara bırakılarak, yabancılara büyük imtiyazlar tanınıyor. Petrol şirketleri Türkiye’nin her yerinde petrol arama hakkı elde ederken, Türkiye’nin bu şirketlerden alacağı pay yüzde 2’lere kadar düşüyor. Birçok vergiden de muaf olan şirketler, ihracattan sağladıkları geliri de yurt dışında tutabilecek. Yabancılara bu denli kapitülasyonlar verilmesi yıllardır ‘Türkiye’de petrol yok’ söylentilerini de bu şekilde boşa çıkarmış oldu.
“BU YASA KİMİN İÇİN ÇIKARILDI?”
Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yeni Türk Petrol Kanunu ile birlikte Türkiye’nin petrol ve doğalgaz rezervi yabancıların hakimiyetine terk ediliyor. Türkiye bu yasa ile birlikte ne kazanmış olacak? Bu sorunun cevabı hayati önem taşıyor. Kanun incelendiğinde aslında Türkiye’nin önemli bir kazancının olmayacağı, asıl kazananların yabancı petrol şirketlerinin olacağı rahatlıkla görülebiliyor. Kanun, hâlihazırda devletin elinde olan ve tespit edilen petrol sahalarını yabancı ve yerli şirketlere açıyor. Yani riskli alanlarda yine arama yapılmayacak. Potansiyeli tespit edilen yerler yabancılara açılacak. Yabancı petrol şirketi de çıkardığı petrolün sadece yüzde 12,5’ini devlete verecek. Bu oran kademeli olarak yüzde 12’ye kadar indirildi. Yeni yasada Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) mevcut yasada yer alan ‘Devlet adına petrol arama ve üretim faaliyetlerinde bulunma’ görev ve yetkileri de kaldırılmış oldu. O zaman haklı olarak akıllara şu soru geliyor; Bu yasa kimin için çıkarıldı?
RESMEN KAPİTÜLASYON…
Kanunda yabancılara gelir vergisi indirimi de sağlanıyor. Bu indirimler yabancı şirketlerin iştahını kabartacak cinsten. Şirketlerin petrol işlemlerinde kullanılacak malzemeyi, akaryakıtı, kara, deniz ve hava nakil vasıtalarını ithal etmesi ya da yurt içinden teslim alması durumunda gümrük vergisinden muaf tutulacaklar. Şirketler ayrıca harç ve damga vergisinden de muaf tutulacak. Şirketler ihraç ettiği petrolden sağladığı dövizi yurtdışında muhafaza edebilecek. Bu döviz tutarı, Türkiye’ye ithal edilmiş sermaye ile bunu aşan net kıymetlerin transferinden mahsup edilebilecek. Doğal afetler veya savaş hali, petrol işlemine etkileri oranında petrol hakkı sahibinin hak ve sorumluluklarını eşit sürede erteleyecek. Yeni kanuna göre petrol alanlarının yabancılara açılmasının yanında doğalgaz alanları da yabancılara açıldı. Kanuna göre yabancı şirketler Türkiye topraklarında buldukları doğalgazın toptan satışını da yapabilecekler.
Yeni petrol yasası ile:
Çok uluslu emperyal şirketlerin petrol faaliyetinde bulunabilmeleri için aranan Bakanlar Kurulu Kararı kaldırılarak, arama ve üretim faaliyetlerinde yabancı devletlerin hakimiyetinin önü açılmıştır.
“Devlet adına arama ve işletme ruhsatı alma hakkı TPAO’na aittir” hükmü yasadan çıkarılmıştır. Süresi dolan petrol üretim sahalarının devlet adına üretime devam etmesi için TPAO’ya verilmesini öngören yasa maddesi kaldırılmış, bu sahaların özel sektör şirketlerine sunulmasının önü açılmıştır.
Petrol şirketlerinin mevcut kanunda ödemekle mükellef oldukları yüzde 55 toplam vergi tavanı yüzde 40’a indirilerek, vergi oranlarında yapılabilecek artışlardan kaynaklanacak devlet gelirlerinin önü kesilmiştir.
Türkiye, Gezi Parkı olayları ve Alkol Yasası tartışmaları ile uğraşırken, TBMM’de geçen hafta Türk Petrol Kanunu Tasarısı geçmiş ve yasa Köşk’e gönderilmişti. Tasarı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayını beklerken ülke biranda karışıklığa doğru itilmiş, kısır çekişmelerden dolayı kaosun eşiğine gelmişti. Ülkedeki sözde laik kesim kafayı Alkol Yasası ile bozmuşken, öte yandan gözden kaçırılan Türk Petrol Kanunu önceki gün Alkol Yasası tartışmaları ile birlikte onaylanarak yürürlüğü girdi.
1926 yılındaki yasayı yürürlükten kaldıran yeni 6491sayılı Türk Petrol Kanunu’nda ilk defa yabancılara Türkiye’nin kara ve deniz sahasında petrol arama izni veriliyor. Böylesine önemli bir düzenlemenin, ülke gündeminin tamamen başka yönlere çekildiği bir dönemde yapılması ‘yabancı petrol lobisinin’ bir başarısı olarak dikkat çekiyor. Diğer yandan bu yeni kanunla birlikte ‘Türkiye’de petrol yok’ söylemi yeni bir boyut kazandı. Bugüne kadar ‘petrol yok söylemlerine’ karşılık kanunla yabancılar için özel ayrıcalıkların getirilmesi büyük bir çelişki olarak görülüyor. Petrol Kanunu’ndaki yabancılar için tanınan haklar, ‘Türkiye’de petrol yok’ iddialarının da gerçekçi olmadığının ispatı niteliği taşıyor.
Kanunda Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) ile ilgili yeni düzenlemede dikkat çekiyor. Devlet adına petrol arama ve üretim faaliyetlerini elinde bulunduran TPAO’nun bu yetkisi sınırlandırılıyor. Bu yetki alanına yabancılar da ortak edilerek TPAO’ya büyük bir darbe vuruluyor. Kanunda TPAO’nun özelleştirilmesi ile ilgili bir madde bulunmazken, TPAO’nun yetki alanının daraltılması özelleştirilmesinin ilk adımı olarak görülüyor.
Kanunda dikkat çeken en önemli düzenleme ise ‘milli menfaatler’ konusu oldu. Petrol şirketlerinin arama ve üretim taleplerinde ‘milli menfaatler’ unsuru artık aranmayacak. Diğer yandan kanunun gerekçesi olarak dile getirilen mevcut kaynakların değerlendirilmesi konusunun tamamen işlemeyeceği vurgulanıyor. Yani yabancı veya yerli petrol şirketlerinin mevcut durumda potansiyeli olan bölgelerde arama ve üretim faaliyetinde bulunacağı, riskli bölgelere ise yine yatırım yapmayacağı kaydediliyor. Gelinen noktada mevcut durumdaki ruhsatlar el değiştirmiş olacak.
Peki, Türkiye bu yasa ile birlikte ne kazanmış olacak? Kanun incelendiğinde aslında Türkiye’nin önemli bir kazancının olmayacağı, asıl kazanacak olanların yabancı petrol şirketlerinin olacağı rahatlıkla görülebiliyor. Kanun, halihazırda devletin elinde olan ve tespit edilen petrol sahalarını yabancı ve yerli şirketlere açıyor. Yabancı şirketler potansiyeli zaten bulunan bölgelere hazır bir şekilde gelip arama faaliyetlerinde bulunacak. Bu faaliyetleri de devlet tarafından özel ayrıcalıklarla desteklenecek. Petrol şirketi de çıkardığı petrolün sadece yüzde 12,5’i’ni devlete verecek. Kanun ile birlikte oluşturulmak istenen tablo bu.
Potansiyeli tespit edilen bölgelerin dışında yeni aramaların yapılması pek mümkün görülmüyor. Çünkü özel sektör mantığı ile duruma bakıldığında, hiçbir şirket riskli olan bir arama faaliyetine girmeyecek. O zaman haklı olarak akıllara şu soru geliyor; “Bu yasa kimin için çıkarıldı?”
YABANCIYA ‘ÖZEL’ AYRICALIK
Eski yasadaki ‘yabancı devletlerin doğrudan doğruya veya dolayısıyla idaresinde etkili olabilecekleri şirketlerin petrol faaliyetinde bulunamayacakları, mülk edinemeyecekleri, tesis kuramayacakları’ hükmü yeni kanunda kaldırılarak yerine ‘Bu Kanundaki esaslara uygun olmak şartıyla, sermaye şirketlerine veya yabancı devletler mevzuatına göre sermaye şirketi niteliğinde bulunan özel hukuk tüzel kişilerine araştırma izni, arama ruhsatı ve işletme ruhsatı verilir’ cümlesi getirildi.
DOĞALGAZ’A DA YABANCI İZNİ
Yeni kanuna göre petrol alanlarının yabancılara açılmasının yanında doğalgaz alanları da yabancılara açılmış oldu. Kanuna göre yabancı şirketler ülke topraklarında buldukları doğalgazı hem de toptan satışını da yapabilecekler. Yasada bu madde şu şekilde dile getirilmiş: “Doğal gaz üretimi yapan petrol hakkı sahibi yerli ve yabancı şirketler ile yabancı şirketlerin Türkiye’deki şubelerine, ürettikleri doğal gazı; toptan satış şirketlerine, ihracatçı şirketlere, dağıtım şirketlerine veya serbest tüketicilere pazarlamak ve ihraç etmek üzere, depolama koşulu aranmaksızın, toptan satış lisansı verilir.”
ARAZİLER KAMULAŞTIRILACAK
6491 sayılı kanuna göre, petrol hakkı sahibi, arama veya işletme ruhsatında veya civarında petrol işlemi için gerekli arazinin kullanma hakkını, arazi özel mülkiyete ait ise anlaşma, anlaşmazlık durumunda ise kamulaştırma yoluyla elde edebilecek. Arazi Hazine’ye ait ise Maliye Bakanlığı’ndan bedeli karşılığında kiralamak, irtifak hakkı tesis etmek veya kullanma izni almak ve ruhsatına kaydedilmek suretiyle kazanabilecek. Anlaşmaya dayanan kullanma hakkı 3 yıldan fazla sürdüğü takdirde özel mülkiyet konusu arazinin kamulaştırılması, arazi sahibi veya petrol hakkı sahibi tarafından istenebilecek.
YABANCILAR TÜRKİYE’DE ADRES GÖSTERECEK
Kanunla, Türkiye’de petrol işleminde gerekli olan ve 6 ayı geçmeyen süre için çalışacak yabancı personelin, Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’dan muaf olabilmesi amacıyla çalışma izinleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın uygun görüşüne, İçişleri Bakanlığı’nın iznine bırakılıyor. Kanuna göre, hak talep edenler, Türkiye’de adres gösterecekler, göstermeyenlere araştırma izni, arama ve işletme ruhsatı verilmeyecek.”
İtilaf Devletleri Yüksek Konseyi'nin 7 Mayıs'ta aldığı karar uyarınca 15 Mayıs'ta İzmir Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu olay tüm Türkiye'de güçlü bir ulusal tepkiye yol açtı. 4 Eylül'de toplanan Sivas Kongresi'nden sonra İstanbul'daki Osmanlı hükümeti, ülke üzerindeki idari ve askeri denetimini kaybetti. Sivas ve daha sonra Ankara'da, Mustafa Kemal Paşa yönetiminde bir ulusal direniş hükümeti kuruldu. Anadolu hükümeti, olumsuz şartlarda bir barış antlaşmasını kabul etmeyeceğini bildirdi ve direniş hazırlıklarına girişti.
İtilâf Devletleri 18 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda Osmanlı İmparatorluğu'na uygulanacak barış antlaşmasının şartlarını hazırladılar. 22 Nisan'da Osmanlı hükümetini Paris'te toplanacak barış konferansına davet ettiler. Padişah, eski sadrazam Ahmet Tevfik Paşa'nın başkanlığında bir heyeti Paris'e gönderdi. Ertesi günü Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi, 30 Nisan günü taraf devletlerin dışişleri bakanlıklarına gönderdiği bir yazıyla İstanbul'dan ayrı bir hükümetin kurulduğunu bildirdi.
Paris'te barış şartlarını öğrenen Ahmet Tevfik Paşa, İstanbul'a gönderdiği telgrafta barış şartlarının "devlet mefhumu ile kabil-i telif olmadığını" (devlet kavramı ile bağdaşmadığını bildirerek görüşmelerden çekildi. Bunun üzerine 21 Haziran'da İtilaf Devletleri Türk milletinin direnişini kırmak için, İzmir'de bulunan Yunan kuvvetlerini Anadolu içlerine sürmeye karar verdi. Balıkesir, Bursa, Uşak ve Trakya kısa sürede Yunan ordusu tarafından işgal edildi.
Ege'deki işgaller üzerine 22 Haziran'da İstanbul'da toplanan Saltanat Şurası, Paris'e Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi. Eski Maarif Nazırı (milli eğitim bakanı Bağdatlı Mehmed Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey'den oluşan bu heyet, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Ankara'daki Büyük Millet Meclisi antlaşmayı sert bir bildiri ile kınadı. Antlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti.
Antlaşmanın yürürlüğe girmesi için önce Meclis-i Mebusan'ın antlaşmayı görüşüp kabul etmesi, sonra da imzalamak üzere Vahdettin'e göndermesi gerekiyordu. Fakat antlaşma imzalandığı tarihte Meclis-i Mebusan kapalı (Mart 1920'de faaliyeti sonlandı ve Nisan 1920'de kapatıldı[2]) olduğundan antlaşma mecliste görüşülemedi ve padişahın önüne gelmedi. Taraflardan Yunanistan antlaşmayı tasdik edip yürürlüğe koymak istedi. Bazı çevreler antlaşmanın hiçbir zaman yürürlüğe giremediğini savunur. Fakat başka görüşlere göre antlaşmasının birçok hükümleri o tarihlerde uygulanmış ve 20. yüzyılın uluslararası siyasi kavgalarına yön vermiştir.[3] Sevr Antlaşmasının bazı maddelerine dayanışarak Orta Doğu coğrafyası yeniden şekillendirildiyse, bu antlaşmanın bir süre için de olsa fiilen yürürlüğe girdiğinin kabul edilmesi gerekildiği savunulur.[3]
Antlaşma İtilaf Devletleri Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Portekiz, Romanya, Ermenistan, Polonya, Sırp-Hırvat Cumhuriyeti ve Çekoslovakya ile mağlup Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalandı. ABD ve SSCB imza atmadılar.
Saltanat Şurası'nda yaşananlar ise günümüzde hâlâ tartışılmaktadır. Nutuk'ta bu toplantıda Vahdettin'le ilgili “Sevr Muahedesi'ni bizzat ayağa kalkmak suretiyle kabul etmiştir.” denmektedir. Saray Başmabeyincisi Lütfi Simavi'ye göre ise Vahdettin açılış nutkunu okuduktan sonra başkanlığı Damat Ferit Paşa’ya bırakarak salonda durmamış, çıkıp gitmiştir. Son Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı Okday'ın anlatımı ise şöyledir:
“Nihayet Sevr’i kabul edenler ayağa kalksın denildi. Damat Ferid Paşa bu sırada Padişah’ın salonu terk etmesi için işaret verdi. Vahdettin dışarı çıktı, yandaki odaya geçti. Padişah ayağa kalkınca da salondakiler Hünkâr'a bir saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu suretle selamladılar. Öyle ki, bu ayağa kalkışın Sevr’in kabulü anlamına mı geldiği, yoksa Padişah’a hürmeten kıyam mı edilmiş olduğu açık olarak belirmedi. Hatta Ayan'dan Topçu Feriki Rıza Paşa, ‘Biz Padişaha hürmeten ayağa kalktık, Sevr’i kabul ettiğimizden değil’ diye haykırarak Damat Ferid’in oyununu açıkça protesto dahi etti.”
Kimi tarihçiler bu olayı, şûrâda oy hakkı olmayan padişahın oylama yapılması çağrısı yapılınca dışarı çıkması, fakat Damat Ferit'in olayı oldubittiye getirmesi olarak yorumlamaktadır. Kimileri toplantının Sevr’i onaylatmak üzere taraflı bir tarzda yürütülmesini protesto mahiyetinde, belki de biraz öfkeli bir şekilde ayağa kalktığını ve çıkıp yan odaya geçmiş olduğunu iddia etmektedir. Kimi tarihçiler ise bunun, padişah ile Damat Ferit Paşa'nın antlaşmayı kabul ettirebilmek için birlikte hazırladıkları bir plan olduğunu iddia etmektedirler.