Büyünün İslâmî hükmüne geçmeden önce, hangi gayelerle yapıldığına bakmakta fayda vardır.
Gizli ilimler konusunda pek çok kitabı bulunan Faslı âlim Muhammed bin Hacc el-Tilimşâî el-Mâlikî, Kahire'de hicrî 1291 yılında basılmış olan "Şümûsü'l Envâr" adlı kitabında büyünün yapılış gayelerini tafsilatıyla yazmıştır. Bu bahsi, söz konusu kitaptan özetleyerek tercüme edelim;
Sihrin (büyünün) 30 çeşidi vardır. Başlıcaları, şu gayeler için yapılır:
Görüldüğü gibi insanların ihtiyaç (!) duyup da büyüye başvurmadığı konu yok gibidir. Bu ŞEYTANİ tedbir, neredeyse "her derde deva" veya "her eve lazım" hale getirilmiştir. İş böyle iken, zaman zaman hepimizin kafasını kurcalayan bir soru vardır: Sihrin hakikati, yani eşya ve hadiseler üzerinde iddia edildiği gibi tesiri mevcut mudur? Kurân-ı Kerîm'in bu husustaki âyetlerine müracaat ederek soruyu cevaplamaya çalışalım:
"(Büyü yapmak için) düğümlere üfleyen kadınların şerrinden..." Felak Sûresi)
"Halk, zevc ile zevceyi birbirinden ayıran şeyleri o ikisinden (Harut ile Marut'tan) öğreniyorlardı."(Bakara Sûresi, 102)
Mısır'da: Musa (a.s.)'dan evvel Mısırlılar, kanunen caiz olan bir büyü kabul ediyorlardı. Ancak kanunen yasak olan büyünün her türlü icra usullerini daha az bilmez değillerdi. Sihirbazların hayata ve ölüme tasarruf ettiklerine, iyi veya kötü cinleri yardım için çağırma gücüne sahip olduklarına ve tabiat kuvvetlerini diledikleri gibi kullanabileceklerine inanıyorlardı.
Uzak Şark'ta: Çinliler büyünün her türlüsüne karşı derin bir alâka besliyorlardı. Konfüçyüs'ten önceki dönemlerde Wu denilen bir tür cadı, devletin sosyal yapısında resmi bir mevki sahibi idi. Büyü usulleri arasında geleceği bilerek geleceğe ait hususları söylemeye, cinleri uzaklaştırmaya alışıyorlardı.
Yunan-Roma'da: Görünmez kuvvetleri beşerin iradesine mahkûm kılmak sanatı, Yunan-Roma medeniyetinde Şark'ta olduğundan daha az rağbet bulmuş değildi. Yunan sihirbazları daha çok kendilerine hizmet edebilecekleri ümidiyle yabancı ilâhlara müracaat ediyorlardı. Tesalya kıtası gizli sanatlara mensup en meşhur adamları yetiştirmekle meşhurdu. Büyü, imparator Ogüstüs zamanında, büyük bir ehemmiyet kazanmıştı.
Yahudilik'te: Sihre itikat pek revaçta idi. Perileri davet etmek, şeytanları insanın iradesine mahkûm kılmak, her türlü harikalar, hulâsa medeniyette şöhret bulmuş itikatların bütünü Yahudilik'te mevcuttu. Yahudiler büyü formüllerinde, eski zamanlardaki geleneklerden yahut yabancı dinlerden gelen cin ve peri isimlerini almışlardır.
İslâm toplumlarında: Müslümanlardan bazıları büyüde Yahudilerden, Suriyeliler'den, İranlılar'dan, Keldânîler'den ve Yunanlılar'dan ders almışlardır. Tütsü, tılsım, muska, cadılık, fala bakmak vs. hep oralardan gelmiştir. Müslümanlar cinlere inandıkları için bu inanç sihre inanmaya da yolaçabiliyordu. Rasûlullah (s.a.s.) "isabet-i ayn"a, yılan sokması ve genellikle hastalıklara karşı rukyayı yani duayı caiz görmüştür. Fakat büyü ile Hz. Peygamber'in (s.a.s.) duası arasında hiçbir ilişki yoktur. Bir takım fal kitapları vardır ki kelime ve harflerin suretiyle geleceği bilmeye çalışırlar.
Batı dünyasında: Bütün milletlerin arşivleri tetkik olununca, büyüye müteallik bu türlü inançlara rastlanır. Keltler, Tötonlar, İskandinavlar, Finler, Doğu milletleriyle bu konuda bir çok esaslı benzerlikler göstermektedirler. Bugün akıl ve mantığın ilerlemesiyle büyünün ortadan kalktığına inanmak pek cesur bir davranıştır.
Alışılagelmişin dışında olağan üstü yetenekleri olan bazi kişiler kendi bedenleri üzerinde biriken enerji gücünün fazla olmasından dolayı bu gücü bilinçsizce kullanmaktadır .
Bir başkasının ürettiği bilinçli yada bilinçsiz bir şekilde bir negatif enerjiye maruz kalabiliriz. Birilerinin kıskançlığı, çekememezliği sonucu hayatımıza müdahale etmesi, büyü yollarına başvurması sonucu negatif enerjiler sıkıntı verir. Her iki durumda da yani içsel yada dışsal kişinin yaşamında bazı olumsuzluklar görünür. Bunlardan bazıları sürekli yinelenen rahatsızlıklardır. Mesela; yaşamın sürekli kısır döngü şeklinde devam etmesi, kısmetsizlik yaşaması,olacak işlerinin olmaması yani işlerimizin ters gitmesi, düşmanlıklar görmesi, sürekli iç huzursuzluklarının geçmemesi, halsizlik insanlarla birlikte olmaktan rahatsızlık duymak gibi durumlar negatif enerjinin vermiş olduğu durumlardır. Eğerki negatif enerjiler içsel etkilerden kaynaklanıyorsa bu durumun çözümü icin bilinç düzeyimizi gelistirmemiz yararli olur.
Fakat dışsal nedenlerden kaynaklanıyorsa negatif enerjiyi size yönlendiren kişi bunu bilinçsizce yapıyorsa bu durumdan kurtulmak zordur.
Bütün huzursuzlukların, bütün felaketlerin başı, kaynağı kötü arkadaştır. Bunun için cahil ve kötü arkadaştan, akrabadan uzak durmak gerekir.
(Ahmak ve cahil ile arkadaşlık etme! Ondan kendini koru! Nice ahmaklar var ki, arkadaş oldukları akıllı kimseleri helak ederler. Kişi arkadaşı ile ölçülür. Kalbler buluştuğu zaman birinin diğerine tesiri vardır.)Cahil insan, iyilik yapacağım derken kötülük yapar. Onun için atalarımız,
(Cahil dost, akıllı düşmandan kötüdür) demişlerdir.