İletişim, bilişim, etkileşim, paylaşım, vs. gibi kavramsal kollarla bir ahtapot gibi insanlığın tepesine çöreklenen dev bir endüstri alanından, onun hayatımızın her yanına sirayet ve hatta istila eden kültüründen söz ediyoruz. Uzak plan fotoğrafa bakılırsa 24 saat habire iletişim halinde olan insanlarız. Kelimenin tam anlamıyla yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor, pişirdiğimiz zeytinyağlı pırasanın, kabarttığımız kakaolu kekin, yoğurduğumuz cevizli ekmeğin fotoğraflarını yemek masalarımızdan da önce sanal vıdıvıdıhanelere sıcak sıcak servis ediyoruz.

Başımız ağrısa, dudağımız uçuklasa, burnumuzun ucunda sivilce çıksa anında bütün dünyanın haberi olabiliyor. Yalnızlığımızı, aşıklığımızı, terkedilmişliğimizi, alaşağı edilmişliğimizi dakika dakika binotuziki kısım tekmili birden ifşa ediyoruz. Kendi çapımızda hem meşhur, hem bilge, hem deha, hem uçuk, hem kaçık, hem gönül insanı, hem zeka dolambacı, hem de sevda ibibiğiyiz.
Bu bakımdan, kendimizi gerçekleştirdiğimiz her şey incecik bir kabloyla prize bağlı... Biri sigortayı attırsa, trafoya yıldırım düşse, bir şey olup şehrin bütün elektriği kazara toprağa akıp gidiverse, biz artık yokuz! Dünya yok, insanlık yok, tarih denen o esrarlı hikaye yok, hayat yok!
Yakın plan fotoğrafa bakarsak, elektriğimizin başına hiçbir şey gelmese de aslında bütün bunlar yok! İletişimin emrimize amade kıldığı bütün o imkanlarla inşa ettiğimiz o sanal dünyalar bizi adım adım sanal karakterlere dönüştürdü. Kendini, neredeyse panik halinde, sürekli o sanal dolaşımın içinde tutanlar bunun farkında olamıyorlar. Eğer bir şekilde dışarıda kalmışsanız, kendinizi bütün bu sanal döngünün dışında tutmuşsanız, her şey çok aşikâr... Temel niteliği sanallık olan bu yeni sosyal hayatın, bu yeni sosyal cemiyetin, bu yeni sosyal cemaatin içinde yeriniz, sözlerinin arasına sıkıştırabileceğiniz bir sözünüz yok! İçi boşaltılmış bir gerçek dünyada, sözünüzle, davanızla, meselenizle, idrakinizle, sevdanız ve kederinizle bir başına, tek başına, yapayalnızsınız.
Çünkü hayat pazarı bambaşka bir yerde kuruluyor artık. Eliniz mahkum, siz eşeğinizi bir an önce inzivaya sürün!
Kalıplara dökülmüş sözlerin, önceden tanımlanmış duyguların, devinime ve dolayısıyla çatışmaya ayarlanmış fikirlerin, kimliksiz maskelerin, gıdası cehalet olan duruşların, putlaştırılmış sıradanlıkların, kabartılmış egoların, önem suyuna bandırılmış önemsizliklerin, bütün bu saçmalıkları meşrulaştıran güdük bahanelerin dünyasında bir yer istiyorsanız, parola ve şifrenizle bir an önce giriş yapın.
İnsanlığınızı hatırlayamıyorsanız reset tuşuna basın!
Kendinizi bu çözülmeye bırakamıyorsanız, o zaman insanlığınıza yeni format attırmanız şart!
Gökhan Özcan