Her
halde kırk sene oluyor* aslen Palu’lu olan Sait isminde bir molla
vardı. Hınıs’ta otururdu, mal ticareti yapardı. Mal dediğim, hayvan alır
satardı. Suriye taraflarına gider gelirdi. Buradan oraya mal götürür,
oralardan da başka şeyler alırdı. Suriye’de İngilizlerle tanışmış ahbap
olmuştu. Ona demişler ki;
“Sen
akıllı bir adamsın Sait, biz sana yardım edelim, kuvvet verelim. Sende
git doğu Anadolu bölgesinde hükümetini kur, büyük adam ol. Herkes sana
çalışsın. Kervancılık sana göre iş değil. Devlet adamı ol. Herkes senin
ayağına gelsin. Yediğin önünde yemediğin arkanda olsun.”
Molla bu sözleri önceleri pek ciddiye almadı ama daha sonraları tekrar aynı teklif gelince;
“Nasıl olacak bu iş?” diye sormuş.
“Halkı yanına alacaksın, herkes arkanda olacak, seni destekleyecekler.”
“İyi de o nasıl olacak?”
Adamlar cambaz, tuzak hazırladılar ona, anlayamadı.
“Kolay” dediler “bizi iyi dinle, anla bu yeter.”
“Dinlerim.”
“Bak şimdi, sen bir mollasın, bunu herkes biliyor değil mi?”
“Evet.”
“Kerametini
göstereceksin. Türkiye’ye döndüğün zaman, camiye git. İnsanlara de ki;
ey Müslümanlar bundan böyle ben, ermiş bir adam oldum, kerametlerim var.
İstersem gökten yere nur indiririm. İsterseniz yarın akşam gelin size
ispat edeyim, de.”
“Ne yapmam gerekecek?”
“O
tarafını bize bırak. Nereye diyorsan oraya geleceğiz. Bulunduğun yerin
biraz uzağına sistemi kuracağız. Konuştuğumuz saatte ışıldakları yakıp
gökyüzüne çevireceğiz. Yeter ki hava bulutlu olmasın.”
Konuyu
defalarca anlattılar ona. Sonra da Türkiye’ye geldiler. Şavşar
taraflarında tezgâhı kurdular. O yıllarda elektriği kimse bilmiyor
tanımıyordu. Adamlar jeneratörlerini getirdiler ve yakın bir dağa
çıktılar. Aylardan Ramazandı, Molla Sait, teravih namazından sonra
insanları salmadı.
“Ey
Müslümanlar beni iyi dinleyin” dedi. “Yarın akşam teravih namazından
sonra size kerametimi göstereceğim. Herkese haber salın. Gökten nur
indireceğim, nasibini almak isteyenler gelsinler. Her zaman olan bir iş
değil, ahretinizi kurtarın.”
İkinci
akşam gerçekten de kalabalık bir cemaat geldi. Namazdan sonra ayetler
okunarak camiden çıkıldı. Zifiri karanlık bir geceydi. Gökteki yıldızlar
belli belirsiz. İnsanlar birbirine tutunarak yokuş yukarı yürümeğe
başladılar. Aslında mollanın ardı sıra gidenler bir macera izlemenin
heyecanı içindeydi. İmanı bütün olanlar ise sonuçtan emin bir vaziyette
yokuşu tırmanmaya çalışıyorlardı.
Uzaktan
çoban köpeklerinin havlamaları duyuldu. Bazıları bu havlamaları hayra
yormadı. Bir süre sonra, yürüyenlerin çoğu yorulma belirtileri
göstermeğe başladı. Mollaya yakın gidenler ise onun dualarına “amin”
diyerek yürüyorlardı.
Köyün yukarısında bir tepenin üzerinde durdular, herkes oturdu. Dinlendiler, sonra da hafızlar Kuran okumaya başladılar.
Vakit gelmek üzereydi molla yerinden kalktı, hafızları susturdu;
“Şimdi şu tarafa doğru iyice bakın. Bir şey görebiliyor musunuz?” diye sordu.
“Hayır!” dediler hep bir ağızdan.
“Neden?”
Cevabı yine kendisi verdi. “Her yer karanlıkta ondan. Şimdi
okuyacaklarımı benden sonra Allah rızası için tekrar edin.”
O ne dediyse köylülerde tekrar etti. Bu durum yarım saat kadar sürdü. Adamlar sıkılmaya başlamışlardı.
Gökten
yere mi, yoksa yerden göğemi, pek anlaşılamadı upuzun bir nur uzandı.
Birazdan bir tane daha, bir tane daha. “Allah, Allah!” diye bağırdı
adamlar. Sesleri çok uzaklardan duyuldu.
Bu kez hafızlar olanca sesleriyle okumaya başladılar.
Derken…
o nurlardan biri bulundukları yere kadar uzandı, herkesi yalayarak
geçti gitti. Ortalık gündüz gibi oldu. Sonra tekrar bir nur daha geldi.
Herkes birbirinin yüzünü ayan beyan fark etti. Nurların biri gelip
diğeri gidiyordu artık.
Köylüler
ne yapacaklarını bilemediler. Avazı çıktığı kadar bağıranlar,
ağlayanlar, feryat figan, mollanın elini eteğini öpmeğe çalışıyorlardı.
“Büyük adamsın molla.”
“Allah seni başımızdan eksik etmesin!”
“Peygamber mucizeleri gösteriyorsun molla.”
Adamlar çıldırmış gibiydiler.
“Öl de, ölelim” dediler.
Bu olay, ramazan boyunca bir kaç kez daha tekrarlandı.
Köylüler
mollanın keramet sahibi olduğu konusunda ikna oldular. Ancak Peygamber
olabileceği gibi söylemlerde ise ikileme düşenler oldu.
En azından keramet sahibi olduğuna, kendisi de inandı.
Halkın bu ilgisi ve sevgisi Sait mollaya biraz fazla geldi.
İngilizler ona akıl vermeye devam ediyorlardı.
Bir kaç köyün adamlarından oluşan bir ordu kurdu.
Devlete karşı isyan etti. Başaracağını sandı ama başaramadı, yakalandı.
Mahkeme kuruldu, idam kararı verdiler ona.
Sait molla ipe giderken güvendiği insanlardan kimse yoktu arkasında.
____________________________
*Bu
öyküyü 1970 yılında öğretmenlik yaptığım köyde, Muhtar Emin’den
dinledim. Bir kış gecesi konuğu olmuştum. Öyküyü anlattıktan sonra
elindeki boş çay bardağını dalgınlıkla bana uzattı. Hanımı durumu fark
etti geldi bardağı aldı. Muhtarın gözleri doldu, öykünün etkisinde
kaldığı anlaşılıyordu.
Kaynak:
www.karalahana.net