HZ. PEYGAMBER’İN HANIMLARI:
1. Hatice (r):
Hz. Peygamber’in (sav) ilk evlilik hayatı, Hz. Hatice validemizle
başlar. Onunla evlendiğinde, Efendimiz’in yaşı 25, hanımının yaşı ise,
40’tır. Yani aralarındaki yaş farkı, 15’tir. Onun, Hz. Peygamberin
yanındaki yeri, diğerlerinden biraz farklıdır. Risâletini tebliğde O’nun
yanında olmuş, bütün insanların terk edip, O’nunla alay ettiklerinde
O’na teselli vermiş, hattâ Hz. Peygamber’e ilk vahiy gelmesi esnasında
böyle bir şeyle ilk karşılaşmanın verdiği heyecanla ürpermesi karşısında
hiç tereddüt etmeden şu gönül okşayıcı ve heyecan yatıştırıcı sözleri
söylemiştir:
"Sana müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit
utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabana bakarsın, sözün en doğrusunu
söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire
verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırır, misafiri en iyi şekilde
ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında, halka yardım
edersin."
Bu nâdide kadın, aynı zamanda ilk Müslümanlardandır. Vahyin nüzulünün
onuncu yılında, hicretten üç sene önce vefat etmiştir. Allah Resulü, Hz.
Hatice’nin ölümü karşısında bir hayli üzülmüştü. Hz. Peygamber’in
amcası ve müşriklere karşı koruyucusu olan Ebu Talib ile kendisiyle
sükûnet bulduğu eşi Hatice’nin vefatı gibi üzücü olaylar peş peşe
geldiği için bu yıla, hüzün yılı denilmiştir.
Resulullah’ın bu evliliği 25 yıl sürmüş, İbrahim dışındaki bütün
evlatları da yine bu nâdide kadından olmuştur. Vefatı esnasında
Resulullah’ın yaşı 50’dir. Yani Hz. Peygamber evlilik hayatının büyük
bir kısmını ve aynı zamanda gençlik ve olgunluk yaşlarını, sadece ve
sadece, kendisinden 15 yaş büyük olan bir kadınla geçirmiştir.
2. Sevde binti Zem’a (r):
Bu hanımı da ilk Müslümanlardandır. Kocası Habeşistan’a yapılan
hicretten sonra vefat etmiş olup, kimsesiz kalmıştı. Efendimiz, onunla
evlenerek, bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmaktan
kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz’in nikahı altında
bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir
şey de yoktu. Ve Allah Resulü’yle evlendiğinde yaşı 55’ti. Buradan da
anlaşılacağı üzere, bu evlilikteki asıl amaç, kimsesiz ve yardımcısız
kalan bir kadının elinden tutmak, emin bir yuvaya kavuşturmaktı.
3. Aişe (r):
Resulullah’ın bâkire olarak evlendiği ilk ve tek kadındır. O, daha sonra halife olacak olan Hz.
Ebubekir’in biricik kızıdır. Ayrıca, Hz. Aişe çok zeki bir nâdire-i
fıtrat ve nübüvvet dâvâsına tam vâris olabilecek yaratılışa sahip bir
kadındı. Evlendikten sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetleri de
göstermiştir ki, O muallâ varlık, ancak Nebî zevcesi olabilirdi. Zira O,
yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nâdide fıkıhçı
olarak kendini gösteriyor, her yönüyle Hz. Peygamber’i temsil etmeye
çalışıyordu.
O’nun Hz. işe ile evliliği, yanından hiç ayrılmayan, çektiği sıkıntılara
beraberce katlanan, mağara arkadaşı Hz. Ebubekr için en büyük bir
mükâfat idi.
4. Hafsa binti Ömer (r):
Hz. Hafsa dul bir kadındır. Kocası Bedir Savaşı’nda şehid edilmiş bir
mücahittir. Kocasının vefatına üzülmüş, yalnız başına kalmıştır. Babası
Hz. Ömer, kızını önce Hz. Osman’a evlenmesi için teklif etmiş, ancak O
kabul etmemiş, Hz. Ebubekir’e teklif etmiş, O da kabul etmemiştir. Daha
sonra da duruma şahit olan Allah Resulü fazla beklemeden O’nunla
evlenmek istediğini bildirmiş ve evlenmiştir. Bu evlilik de,
zaruretlerin getirdiği bir evlilik olup, bununla o yüce insan Hz.
Ömer’in gönlü hoş edilmiş, kocasının ölümüne üzülen ve yalnız kalan
birisinin bu yalnızlığı giderilmiştir.
5. Zeynep binti Huzeyme (r):
Resulullah (sav) Hafsa’dan sonra bu kadınla evlenmiştir. Onun kocası da
Bedir’de şehit edilmiş olan, Ubeyde b. Hâris’tir. Yalnız başına ve
kimsesiz kalan bu mübarek kadının yaşı da 60’tır. Bu kimsesizlik
zamanında, kendisine yardım edecek bir ele şiddetle muhtaçtır. Onu bu
ihtiyaç içerisinde gören şefkat ve merhamet Peygamberi, onu da
nikâhlayarak kendi kanatları altına almak istemiştir. Zaten evlendikten
iki yıl sonra da vefat etmiştir.
Altmış yaşındaki bir kadınla evlilikte dünyevî bir arzunun bulunması
elbette mümkün değildir. Bu evlilikteki tek gaye de, yalnız başına kalan
birisine bir yardım eli uzatmaktan ibarettir.
6. Ümmü Seleme (r):
Bu da ilk Müslümanlardan olup, Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Daha
sonra da Medine’ye hicret etmiş, çok sevdiği ve kendisine sıkıntılı
hicret yolculuklarında arkadaşlık yapıp, yanından hiç ayrılmayan biricik
eşini Uhud Savaşı’nda şehit vermiştir. Yurdundan, yuvasından uzak, bir
sürü yetimle, hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Hz.
Ebubekir ve Ömer uzatırlar. Ancak o, bu talepleri reddeder.
Daha sonra evlilik teklifini Resulullah yapar ve bu teklif kabul edilir.
Böylece yetimleri, sıcak bir yuvaya kavuşmuş, babalarının ölümünden
duydukları üzüntüyü, Allah Resulü vesilesiyle unutmuş, hiçbir zaman
gerçek bir babayı aratmayacak bir babaya kavuşmuş oldular.
Ümmü Seleme de Hz. işe gibi dirayet ve fetaneti olan bir kadındı. Bir
mürşide ve mübelliğe olma istidadındaydı. Onun için bir taraftan şefkat
eli onu, himayeye alırken, diğer taraftan da, bilhassa kadınlık âleminin
medyûn-u şükran olabileceği bir talebe daha ilim ve irşad medresesine
kabul ediliyordu.
Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Resulullah’ın, bir sürü çocuğu olan, bir
dul kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini,
başka hiçbir şeyle izah edemeyiz.
7. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (r):
Mekke’de küfrün bayraktarlığını yapan Ebû Süfyân’ın kızıdır. Ölüden
diriyi, diriden ölüyü çıkarmaya muktedir Yüce Rabbimiz, gelecekte
müminlerin annesi konumuna yükselecek bu kadına, İslâm’ın bidayetinde
imanı nasip etmişti. Mekke’nin zor şartlarında inancını yaşayamayınca,
kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etme mecburiyetinde kalmıştı.
Ancak bu esnada kocası önce Hıristiyan olmuş, sonra da ölmüş, Ümmü
Habibe yalnız başına kalmıştı. Allah Resulü durumu öğrenince Necâşi’ye
haber göndererek, tek başına kalan bu hanımın kendisine nikahlanmasını
istedi. Durumu öğrenince fevkalâde sevinen Ümmü Habibe’nin nikahı,
Necâşi huzurunda kıyılmış oldu.
Şayet Hz. Peygamber böyle yapmayacak olsaydı, yalnız ve kimsesiz bu
kadın, ya Mekke’ye dönecek babasının ve ailesinin şiddetli zulümleri
karşısında dinini bırakacak, ya Hıristiyanlardan yardım dileyecek, ya da
kapı kapı dilenip hayatını sürdürecekti. Ancak bu evlilikle en güzel
yolu seçmiş oluyordu.
Bu evlilik vesilesiyle, o gün için Müslümanların ve Peygamber’in azılı
düşmanı olan Ebû Süfyan, inananlara yaptığı işkenceyi hafifletmiş,
içinde Hz. Peygamber’e karşı olan azılı kini birazcık dahi olsa
dinivermişti. Daha geniş dairede ise, Emevîlerle bir akrabalık te’sis
edilmiş oldu ki, bu da onların Müslümanlığa girmelerini kolaylaştıran
bir unsur oldu. Bundan sonra Ebû Süfyan hâne-i saâdete rahatlıkla girip
çıkma avantajına sahip olarak, Müslümanlığı daha yakından tanıma
fırsatını bulup, sonunda iman dairesine girmiş oldu.
Açıkça görüldüğü gibi bu evlilikte de, kimsesiz kalan birinin yardımına
koşup, onun elinden tutma, onun vesilesiyle Müslümanlara yapılan
işkenceyi hafifletme ve azılı düşman biriyle akrabalık kurup, onun imana
gelmesine vesile olma vardır.
8. Cüveyriye binti Hâris (r):
Müslümanlar, yapılan Müreysi gazvesinde galip gelmiş, pek çok ganimet
elde edilmiş, bunun yanında 700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin
içinde, Benî Mustalik kabilesinin başkanının kızı olan Cüveyriye de
bulunuyordu. Cüveyriye, Hâris b. Dırar’ın kızı idi. Hâris,
Mustalikoğulları Yahudilerinin reisi idi. Cüveyriye önce Musâfi b.
Saffan’la evlenmiş, Musâfi, Müreysi Muharebesi’nde ölmüştü. Cüveyriye,
Hz. Peygamber’e müracaat ederek hürriyete kavuşmayı talep etmiş,
Resulullah da onun fidyesini bizzat kendisi vererek hürriyete
kavuşturmuştur. Babası gelip kızını götürmek isteyince, o Müslüman
olarak Medine’de kalmayı tercih etmiş, bilahare de Resulullah ile nikahı
kıyılmıştır.
Resulullah’ın bu evliliğinden sonra, Abdulmuttaliboğullarının hissesine
düşen esirler salıverilmiş, diğer Müslümanlar da bu durum karşısında,
Resulullah ile akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir
edilemeyeceği düşüncesiyle alınan bütün esirleri salıvermişlerdir.
Hz. Peygamber’in bu evliliği de altmış yaşları dolayındadır. Bu
evlilikte O, önemli bir kabileyle akrabalık kurmayı hedeflemiş, pek çok
esirin serbest bırakılmasını sağlamış, bundan da önemlisi pek çok
Yahudi’nin İslâm’la şereflenmesine vesile olmuş ve kocası savaşta ölen,
dolayısıyla İslâm’a ve Müslümanlara aşırı bir şekilde kinle dolu bir
hanımı, şefkat kanatlarının altına alarak onu müminlerin anası
mertebesine yükseltmiştir.
9. Safiyye binti Huyey (r):
Asıl adı Zeynep’tir. O dönemde Arabistan’da reislere düşen ganimet
hissesine Safiyye denilmektedir. Bu kadın da Resulullah’ın hissesine
düştüğü için Safiyye adını almıştır. Ana-babası, Yahudilerin ileri
gelenlerindendi. Hatta babası Nadiroğullarının reisi, annesi de Kureyza
oğullarının reisinin kızıydı. Hayber Gazvesi’nde, babası, kocası ve
kardeşi öldürülmüş, kabilesinden pek çok kimse esir alınmıştı. Safiyye,
İslâm’a karşı aşırı bir şekilde kin ve nefretle doluydu.
Savaş sonrası Resulullah onu kendi nikahına alarak, yumuşamasını
sağlamış oldu. Bu evlilikle de Yahudilerin önemli bir bölümüyle
akrabalık kurulmuş, onların Müslümanlığı yakından tanımaları imkânı
sağlanmış, düşmanların kötü bir kısım emellerinin, önceden bilinmesi
kolaylaşmış ve Müslümanlığın sınırları bu vesileyle genişlemeye yüz
tutmuştur.
10. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (r):
Resulullah İslâm’a davet için etraftaki hükümdarlara mektuplar
gönderiyordu. Bunlardan birisi de Mısır hükümdarı Mukavkıs’tı. Mukavkıs,
elçiyi güzel bir şekilde karşılamış, Hz. Peygamber’e birtakım
hediyelerle birlikte iki de cariye göndermişti. Yolda bu iki cariye,
Müslümanlık hakkında malûmat sahibi olduktan sonra, İslâm’ı seçmişlerdi.
Bunlar Medine’ye varınca, Resulullah Mariye’yi kendisine almıştı.
Bilahare azad ederek, onunla evlenmiştir ki, oğlu İbrahim, işte bu
hanımındandır.
Bu evlilik, bütün Mısırlılar üzerinde büyük bir te’sir icra etti.
Müslümanlarla Mısır’daki Bizanslılar arasında çıkan savaşta, Mısırlılar
tarafsız kalmış, Bizanslılara arka çıkmamışlardır. İşte bunun
sebeplerinden birisi de, kendi milletlerinden olan bir kadının, Hz.
Peygamber’le evli oluşudur.
11. Meymûne binti Hâris (r):
Asıl ismi Berre olup, Resulullah tarafından Meymûne olarak
değiştirilmiştir. Hz. Peygamber’in son evliliğidir. Hudeybiye
antlaşmasından bir yıl sonra Hz. Peygamber’le Müslümanlar, Mekke’ye
tavaf ziyaretine gitmişlerdi. Bu sırada Peygamberimiz’in amcası Abbas,
Allah Resulü’ne Meymûne’yle evlenmesini teklifi etti. Zira Meymûne,
Abbas’ın baldızı olup, nikah yetkisini ona vermişti. Peygamberimiz de bu
teklifi kabul buyurarak, onunla nikahlandı. Bu durum karşısında
Mekkeliler: "Demek ki, Muhammed hemşehrilerine hâlâ dostluk ve hayır
duyguları besliyor." yorumunu yaptılar.
Bu evliliği yaptığında da Resulullah, altmış yaşları civarındadır.
Gayesi, yine dul kalan bir kadına yardım elini uzatma, Müslüman olduğu
hâlde Mekke’de müşriklerin içinde kalan birini bu sıkıntıdan kurtarma ve
Mekkeliler’e karşı bir jest yapma vardır.
12- Hz. Zeyneb bînti Cahş (ra)
Hz. Zeyneb, Peygamberlikten 20 yıl önce dünyaya gelmiş, Efendimizin hala
kızı idi. İlk iman edenlerdendir.. Asıl adı Berre idi. Resulullah (asm)
onu Zeyneb olarak değiştirmiştir. Babası Beni Esed kabilesinden Burre,
annesi Efendimizin halası Ümeyye binti Abdulmuttalib'tir. O, Mekke'den
Medine'ye ilk hicret edenler arasında yer aldı. Medine'ye hicret
ettiğinde bekardı. Efendimiz onu evlâtlığı Zeyd b. Harise ile
evlendirdi.
Bilindiği gibi, Mekke dönemi daha ziyade iman esaslarının, Medine dönemi
ise İslâmî hükümlerin tesis ve tahkim dönemidir. Bu dönemde cereyan
eden olaylar, ya geçmişten gelen toplumda yer etmiş batıl bir hükmü
kaldırıyor, yerine yenisini koyuyor, ya da yepyeni bir hüküm ihdas
ediyordu.
Hz. Zeyneb'in gerek Efendimizden önce Hz. Zeyd'le evlendirilmesinde,
gerekse daha sonra Efendimizin onunla evlenmesinde, diğer hanımlarından
farklı, Cahiliyet Dönemi adet ve geleneklerini kaldıran hükümler ortaya
çıkmıştır.
Peygamber Efendimizin evliliklerinde gerek o zamanın münafıkları,
gerekse yeni zamanın dalalet ehli tarafından en çok dile dolanılıp
itiraz edilen Hz. Zeyneb'le olan evliliğidir. Ayrıca çok önemli
hükümlerin ortaya çıkmasına sebep olan bir evliliktir.
Bütün bu sebeblerle bu evliliğin nikâhı bir "akd-i semavi"dir. yani bizzat Cenab-ı hak tarafından kıyılmıştır. .
Cahiliyyet döneminde kölelik ve imtiyazlı sınıf kavramı en koyu biçimde
yer etmişti. Bunun ortadan kaldırılması ve insanların Allah katındaki
üstünlüğünün sınıf, rütbe, ırk farklılığıyla değil, takva ile olacağı
vurgulanmalıydı. Bunun için en hassas konulardan biri olan evlilik ile
bu yanlışın kaldırılması gerekliydi.
Efendimiz Zeyneb gibi asil soylu ve güzel bir kızı, kendi azad ettiği
hizmetçisi Zeyd ile evlendirmekle bu alanda bir adım atmak istemişti
Ancak toplumdaki yaygın kanaatlerin etkisiyle olacak ki, Zeyneb ve
kardeşleri önce bu evliliği uygun görmediler. Hür bir kadının, azatlı
bir köle ile evlenmesi o günkü geleneğe uymuyordu.
Zeyneb, Resulullah'a, "Ya Resulallah, ben senin halanın kızıyım, ona
varmaya razı değilim, üstelik ben Kureyş'liyim." diye görüşünü beyan
etti. Resulullah, Zeyd'in kendi yanındaki ve İslâmdaki değerini anlatıp,
aslında ana baba tarafından asil ve soylu bir kimse olduğunu belirti.
Derken, Ahzab suresinin 36. ayeti nazil oldu: "Allah ve Resulü bir işe
hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine
göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık
bir sapıklığa düşmüş olur."
Bunun üzerine Zeyneb, "Ben Allah ve Resulüne asi olamam" diyerek bu evliliği kabul etti.
Fakat bu evlilik iyi yürümedi. Aralarında samimî bir sevgi ve saygı
oluşmadı. Zeyneb, dindar ve Allah'tan korkan bir kadın olmasına rağmen,
güzelliği, asaleti ile iftihar ediyor, azatlı bir köle olan kocasına
iğneleyici sözler söyleyip tepeden bakıyordu.
Hz. Zeyd, artan bu geçimsizliğe dayanamadı. Efendimize müracaat ederek
karısını boşamak istediğini söyledi. Efendimiz çok müteessir oldu. Çünkü
bu evliliği isteyen bizzat kendisi idi. Toplumun yanlış algılamalarını
kırmak istiyordu. Bu sebebten her defasında Zeyd'e "Karını tut, boşama"
diyordu. Ancak her şeye rağmen bu evlilik bir seneden fazla sürmedi.
Zeyd, sonunda karısını boşamak zorunda kaldı.
Aradan bir süre geçtikten sonra, sıra Cahiliyette yaygın bir başka
yanlış adetin kaldırılmasına gelmişti. Bu da evlâtlıkların, öz evlât
gibi kabul edilmesi, dolayısıyla onların hanımları da babalıkların öz
kızı hükmünde telâkki edilmesi yanlışı idi.
İslâm, evlâtlık kurumunu temelden değiştirmişti. Ayet-i Kerime bu konuda gayet açıktı:
“Onları, yani evlâtlıklarınızı babalarının ismine nisbet ederek çağırın.
Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar
zaten sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.” (Ahzab suresi, 5)
Bu ayet nazil olduktan sonra Zeyd, artık Zeyd bin Harise diye babasına
nisbet edilerek çağrılmaya başlandı. Evlâtlığın kaldırılmasından sonra,
evlâtlık hanımlarının da öz kız gibi olmadığı ortaya çıkmış oldu. Ancak
bunun bir örnekle de ispatlanması ve kökleştirilmesi gerekiyordu. Bu da
Hz. Peygamberin, Hz. Zeyneb'Ie evlenmesi ile mümkün olacaktı. Ancak
yerleşik bir adeti ortadan kaldırırken ortaya çıkacak fitne ve
dedikodular Efendimizi düşündürüyordu. Ama İslâmın getirdiği bu prensip,
kesinlikle kendi üzerinde uygulanacaktı. Bundan kaçınılamazdı. Nitekim
bu hususu Kur'an-ı Kerim şöyle dile getirir:
"Hani Allah'ın iman nasib ederek ikramda bulunduğu ve senin de azad edip
evlâtlık edinerek ikramda bulunduğun kimseye sen, 'hanımını bırakma,
Allah'tan kork' diyordun. Sen o zaman, Allah'ın açıklayacağı bir şeyi
bildiğin halde, insanların dedikodusundan korkuyordun. Halbuki Allah
korkulmaya daha layıktır. Sonra Zeyd o hanımla alâkasını kesince Biz onu
sana nikahladık. Ta ki evlâtlıkların boşadığı hanımlarla evlenmenin
mü'minler için günah olmadığı anlaşılsın. Allah'ın emri işte böylece
yerine getirilmiştir."(Ahzab suresi,37)
Bu ayetin nazil olmasından sonra, Hicretin 5. yılında, Zeyneb, 35 yaşında iken Efendimizle semavi bir akitle evlenmiştir.
Nitekim bu evlilik üzerine münafıklar boş durmadı. "Muhammed, oğlunun
karısının haram olduğunu bildiği halde, kendi oğlunun hanımını
nikahladı!" demeğe başladılar. Bunun üzerine Ahzab suresinin 40. ayeti
nazil oldu:
"Muhammed, hiçbirinizin babası değildir, O Allah'ın Resulüdür ve
Peygamberlerin sonuncusudur. Allah ise her şeyi hakkıyle bilir."
Peygamberler ümmetleri için bir nevi baba hükmünde olup, onlara kendi
babalarından daha büyük bir şefkatle baktıkları halde, bu neseb
itibariyle bir babalık değildir. İşte ayet-i kerime bu sebeble
Peygamberlerin ümmetlerinden hanım almasının akla, ilme ve tabiata uygun
düşmeyen bir durum olmadığını açığa çıkarıyordu. Böylece İslâm,
evlâtlıkla öz evlâd hukukunu birbirinden ayırıyordu. Ancak bu adet o
kadar köklü ve yerleşik idi ki, o gün müslümanlar arasında bile kimse
böyle bir evliliğe cesaret edemezdi. Bu yüzden o günkü münafıklar bu
evliliği dillerine dolamış, çeşitli senaryolar üretmişlerdir. Hatta bu
evliliği Efendimizin haşa nefsaniyetine düşkünlüğüne delil göstermek
istemişlerdir.
Bu evliliği nefsanî ve şehevanî telâkki edenlere üstad Bediüzzaman'ın veciz ve susturucu cevabı şöyledir:
"Yüz bin defa haşa ve kella. O damen-i muallaya, şöyle pest şübehatın
eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk beş yaşına kadar hararet-i
gariziyenin galeyanı hangamında ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı
zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismetle
Hatice'tül Kübra (ra) gibi ihtiyarca bir tek kadınla iktifa ve kanaat
eden bir zatın, kırktan sonra, yanı hararet-i gariziye tevakkufu
hengamında ve hevesat-ı nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç
ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe, nefsanî olmadığını ve başka
ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu zerre kadar insafı olana ispat
eder bir hüccettir." (Risale-i Nur Külliyatı l.cilt, s. 357)
Hz. Zeyneb'i daha önce bakire iken de tanıyan Efendimiz, onu Zeyd'le
evlendirmeden önce de evlenebilirdi. Buna bir engel yoktu. Demek ki, bu
evlilikte toplumda yaygın eski yanlışların düzeltilmesi ve yeni bir
takım hükümlerin yerleştirilmesi gibi önemli hikmetler vardır. |