113 aktive Mitglieder
               
 
Beitrag gepostet am 05.11.10, 00:27 Nr.: 1 Antworten
 
Türkiye ve Islam aleminin Gelecegi 2

B- Kader Perspektifinden Türkiye’nin Geleceği


Bütün Kâinât, bir tiyatro sahnesi
gibidir. Onun içinde mevcud tekmil varlıklar da, bir senaryonun eşyası,
dekoru ve kahramanları mesâbesindedir. Hepsi de kaderin me’muru ve
mağlubudur. Âmil ve fâil oldukları veya mef’ul bulundukları vukuât ve
şuunât (realiteler) da murâd-ı ilâhî, diğer bir tâbirle izn-i ilâhî
çerçevesinde cereyan eder. Cenâb-ı Hakk’ı “müsebbibu’l-esbâb” yani sebeplerin sebebi, temel sebep bilmenin neticesi olan bu görüş, “cebriye”değildir.
Zira cebriyede kul, irâde ve ihtiyâra sahip olmayan sâir mahlûkât
derekesinde telâkkî olmaktadır. Halbuki zîşuur olan ins u cin, âriyet
gibi iğreti de olsa cüz’î bir iradeye mâliktir. Hiç şüphesiz ilm-i küll
sahibi olan Allah, bu cüz’î iradelerden ne sâdır olacağını mutlak bir
sûrette bilir. Ancak, bunun ilm-i ezelî ile bilinmesi, bizi kul için bir“cebir” vâkî imiş gibi düşündürmektedir. Bunun sebebi de, insan idrakinin “zamanla mukayyed” olmasıdır.
Halbuki, Allah katında zaman yoktur. Cenâb-ı Hakk’ın bir şeyi olmadan
evvel bilmesi, bizim olduktan sonra bilmemiz kadar kolay ve tabiîdir.


Nasıl, bir senaryoda onu, tasavvur,
tahayyül ve tasnî eden kimse tarafından tesbit edilmiş bir ana fikir ve
esas gaye mevcud olursa, bu Âlem’de de böylece bir temel maksad vardır.
Vukuât, O, ilâhî olan gaye çerçevesinde ezelden ebede sebep-netice
münâsebeti içinde sonsuz bir cereyan ve teselsüle me’mur olarak akıp
gider. Ancak, bu akış, üstün bir me’muriyeti olan ins ü cin idraki ile
kavranabilen ve kavranamayan bir takım temel kanun ve kâidelere tâbî
kılınmıştır. İlâhî tâyinle gerçekleşen ve hep bâkî kalan bu kaidelere,
biz bazen “meşiyyet-i ilâhiye” bazen da “tabiat kanunları”der,
geçeriz. Bütün varlıkların bunlara -yoluna döşenmiş raylara tâbî olmak
mecburiyetindeki trenler gibi- uymak zorunda bulunduğu bedâhât
derecesinde bir gerçektir.


Eşyâ (şeyler) ve vukuâtın tanınması da
bu kânun ve kâidelerin keşfi nisbetindedir. Bütün ilmî faaliyetler ise,
bu keşfin hududlarını genişletmeye çalışmaktan ibârettir.


Şu temel görüş çerçevesinden
bakıldığında, sayısız vukuât ve şuunâtın hay-huyu arkasında ilâhî
tâyinle mevcud ve cârî, bütün âleme şâmil ve hâkim bir takım kânun ve
kâidelerin mevcud olduğu görülür. Bunlardan biri de “ebedî zıtlık” ve bunlar arasındaki galebenin münâvebesi, yani daimî bir tahavvülât ve tebeddülâttır. İlâhî tecellî de bazen “celâl” ve bazen de “cemâl” e revaç vererek, bu mütemâdî değişikliğin asıl sebebini teşkil eder. Bundan dolayı, bu Âlem’de“bekâ” yalnız ve ancak Allah’a mahsustur.


Fizîkî ve tabiî hadiselerde olduğu
kadar, sosyal ve beşerî faaliyetlerde de aynen vâkî olan şu keyfiyet,
lâyıkı ile kavrandığı zaman, vukuâtın hikmetine nüfûz edebilir ve
binnetice bir çok gereksiz telâş ve endişelerden kurtulmak imkânı doğar.
Zira bu takdirde değişme seyrinin “celâl” den “cemâl” e mi, yoksa “cemâl” den “celâl” e
mi olduğu kavranır. Murâd-ı ilâhî berraklaşır. Allah’ın takdirinin
gerçekleşmesine hiçbir mahlûkun güç yetirebilmesi mümkün olmadığına
göre, buna sa’y etmenin hacâlet ve sefaletine düşülmez. Sabır ve
tevekkülün kemâline ulaşılır. Tecellî nöbeti “cemâl” de ise şükrün, “celâl” de ise sabrın bereket ve huzûruna nâil olunur.


Bununla birlikte şu gerçeğe de işaret
edilmelidir ki, vukuâtın asıl sebebi olan murâd-ı ilâhî, bir tek vak’a
veya vukuât zincirinin tek bir kesidinin müşâhedesi ile kavranamaz.
Belli bir zaman parçası içerisindeki gelişme seyri takip ve tahlil
edilmelidir. Zira, her türlü tahavvülât ve tebeddülâtta bir tedrîc
kânunu cârîdir. Bu keyfiyet zelzele gibi ânî oluşlarda bile onların
hazırlık safhasında yine bâkî ve cârîdir. Diğer taraftan bazen bir
tecellînin zâhiri ile bâtını arasında fark da olabilir. Zâhiri “kahır” , bâtını “lütuf” veya
bunun aksi olan hâdise ve oluşlar da az değildir. Bunları da zaman
çözer!.. Bir eriğe, bir de cevize bakınız!.. Birinin kabuğu taş gibi
sert, içi lezzetli meyvedir. Erikte ise bunun tam tersidir. Gündüzden
geceye geçişte, karanlıkların âniden Dünya’mızı istilâ edemeyip tedrîcen
ve perde perde gerçekleşmesi, bu Âlemdeki bütün tahavvülât ve
tebeddülâta hâkim bir meşiyyet-i ilâhiyedir. Sabahleyin şafak sökmesi de
öyle değil mi?!..


Bir de şu var ki, bu Âlem’in bir “dâr-ı imtihan” olmasını
dileyen Cenâb-ı Hakk’ın asıl sebep olan zâtî irâde ve ihtiyârı -pek az
istisnâ ile- mestur ve meknuzdur. Her şey zâhirde mahlûka kâbil-i izâfe
bir takım esbâb ile gerçekleşir. Bunu bilen âkil ve ârifler, vukuâta
röntgen gibi derinlere işleyen, ve böylece meknûz ve mestur olanı
görebilen bir nazarla bakarlar.


Bu temel İslâmî gerçeklerin ışığında Türkiye’nin kısaca, önce geçmişine, sonra da geleceğine bir nazar atfedelim.

0
 
 
Antworten
Der Inhalt darf max. 30000 Zeichen lang sein!
 
Türkiye ve Islam aleminin Gelecegi 2