Anadolu velîlerinden Kemal Ümmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin Sinan adında bir oğlu vardı. Bu oğlu ilim tahsîli yapmış, zâhirî ilimlerde çok yükselmişti. Ancak babasının büyük velî olduğunu bir türlü kabûl etmiyordu. Tasavvufta yükselmek, kemâle ermek istiyordu ve ken dine rehberlik edecek yol gösterici bir mürşid arıyordu. Kuvvetli bir ilim tahsîli yapmış olduğundan hep kitaplarla meşgûl olurdu. Nihâyet bir gün babasına; "Herkes seni sevip sayıyor. Eğer beni önceden yetiştirseydiniz, size itâat ederdim. Fakat zâhir ilimlerde bilginiz yok. Benimse çok müşkülüm var." dedi. Bunun üzerine babası; "Oğlum sen de murâdına erersin. Benim sözümü dinle, bu yolda gayret göster, Mekke´ye git, Kâbe´yi tavâf et. Safâ ve Merve arasında sa´y edip, Makâm-ı İbrâhim´e varınca, Allahü teâlâya yalvarıp duâ et. İki rekat namaz kıl. Selâm verip duâ ettikten sonra yanında ihtiyar bir zât görürsün. O zât senin gönlünün derdine çâre olur. O gönül sırlarından haberdârdır. Nice sırları ondan öğrenirsin." dedi.
Babasından böyle bir işâret alınca, Kâbe´ye gitmek üzere yola çıktı. Mekke´ye gitmek için bir gemiye bindi. Hava gâyet sâkin ve gemi yolcu ile doluydu. Yolculukları sırasında hava değişip rüzgâr esmeye ve deniz dalgaları coşmaya başladı. Sonunda gemi battı. Yolculardan kimi boğuldu, kimi kurtuldu. Kemâl Ümmî hazretlerinin oğlu Sinân ise boğulmak üzere olup dalgalar arasında çırpınıyordu. Bu sırada babası âniden gözüküp onu boğulmaktan kurtardı ve gözden kayboldu. Boğulmaktan kurtulduğu için Allahü teâlâya şükretti.
Kurtulan diğer yolcularla birlikte karadan yürüyerek yola devâm ettiler. Ancak hallerinin ne olacağını bilmeden yolculukları sıkıntılı geçiyordu. Bir müddet gittikten sonra çölde eşkıyâ yollarını kesip hepsini esir aldı. Sinan bu sefer de tuzağa düşmüş bir yabancı kuş gibi esir oldu. Allahü teâlâya tevekkül edip sabırla beklemeye başladı. Onu bir zindana kapattılar. Geceleri gözüne uyku girmiyordu. Çok halsiz ve zayıf düşmüş, ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Ayrıca çok da işkence görüyordu. Bu ızdırap ve zindandan kurtulmak için hiçbir çârenin olmadığını anladı. O zaman Allahü teâlâya duâ edip, şöyle dedi:
"Yâ Rabbî! Bana lutfeyle, çok günâhkârım. Senin velî kullarından olan babama değer vermez ve inanmazdım. İnadım sebebiyle içinde bulunduğum bu sıkıntıya düştüm. Babama hiç teslim olmazdım. Onun sözlerini hiç tutmazdım. Kimsenin sözünü beğenmez ve yüzünü görmek istemezdim. Babama hiç baş eğmezdim. Yâ Rabbî! Benim çektiğim hep bu yaptıklarımdandır. Bana ihsân eyle kurtar beni. Şimdi kabahatimi anladım." diyerek gece-gündüz ağlardı.
Günlerce böyle çâresiz gam ve dert çekip kurtulacağı günü bekledi. Bir gün ellerini ve ayaklarını da bağladılar ve; "Şimdi senin gözlerine de mil çekip seni kör edeceğiz, artık dünyâyı görmez olursun ve bir yere gidemeyip, buralarda kalırsın." dediler. Bu sözleri işitince, çâresizlik ve dehşet içinde çok ağladı. Artık tam çâresizlik içine düşüp gözlerini de kaybetme korkusu içindeyken birdenbire babası Kemâl Ümmî hazretleri karşısına çıkıverdi. Elini uzatıp; "Gözünü yum beri gel. Allahü teâlânın kudretini göresin. Hep âh edip inlersin." dedi. Sonra onu anlamadığı bir şekilde tutup Kâbe´ye bıraktı. Gözlerini açtığında Kâbe´nin yanında idi. Bu hallere çok şaşırıp, günahlarına ve kabâhatlerine pek ziyâde pişman oldu. Tam bir ihlâs ile cânu gönülden Kâbe´yi tavâf etti. Sonra Makâm-ı İbrâhim´e geçip iki rekat namaz kıldı.
Bu hâlini kendisi şöyle anlatmıştır: Makâm-ı İbrâhim´de iki rekat namaz kıldım. Selâm verdikten sonra; "Yâ Rabbî bu yolda nice sıkıntılar çektim. Şimdi beni murâdıma erdir." diye duâ edip ellerimi yüzüme sürdüm. Bu sırada yanımda oturan yüzü örtülü bir ihtiyâr gördüm. Elini öptüm ve; "Efendim şimdi sizden ricâm, beni murâdıma kavuşturmak için himmet eylemenizdir. Derdime bir çâre ihsân edin." dedim. Bana; "Evliyâya karşı inadı terkeyle, onlara îtimât göster. Görünüşlerine bakma! Onların bâtınlarına iç alemlerine bak. Neden gördüğünü ilimden habersiz zannedersin.Zâhir ilimle Allahü teâlâya kavuşmayı mı murâd edersin! Zâhir ilmi olmayanı Hak´tan uzak mı sanırsın? Gerçi ilim kişiye faydalıdır.Fakat bu ilimle amel edilmeyince,faydası olmaz.Dünyaya düşkün olmayan, haramlardan sakınan mevlasına kavuşur.Eğer bu sözleri anlayıp idrak ettiysen, mürşidine yol göstericine teslim olman gerekir." buyurdu ve bir hayli nasîhat etti.
Sinan Efendi bu nasîhatları dikkatle dinleyip çok göz yaşı döktü.Kendisine nasîhat eden zât yüzündeki örtüyü kaldırıp ona yüzünü gösterdi.Baktığında onun babası olduğunu gördü. "Derdime yine babam çâre oldu." diyerek elini öpüp ayaklarına kapandı.Artık babasının büyük bir velî olduğunu açıkça görüp anladı.Ona teslim oldu ve duâsını aldı.Kâbe´deki hizmetçiler Sinan´ın yanına yaklaşıp; "Bu zât neden sana bu kadar yakın alâka gösterdi. Senin de ona karşı muhabbetin nedendir?" dediler. "Bu zât benim babamdır." deyince, hizmetçiler; "Bu zât elli seneden beri beş vakit namazını Kâbe´de kılar.Biz onu hep burada görürüz." dediler.Kemâl Ümmî hazretlerinin oğlu Sinan,daha sonra babasının terbiyesinde tasavvufta yetişip mârifet sâhibi fazîletli bir zât oldu.
Horasan’da yetişen evliyânın meşhûrlarından Muhammed bin Hâmid Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Câhillerin evliyâyı inkâr etmesi, büyüklere dil uzatması, onları anlamaktan uzak olmalarından ve kalblerinin hikmeti almamasındandır.”
Endülüs,Mısır ve Filistin taraflarında yaşamış büyük velîlerden Ebû Abdullah el-Kureşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri sohbetlerinde,Allahü teâlânın velî kullarına karşı edepli olmayı ve kusur etmemeyi tavsiye etti.Bir defâsında buyurdular ki: Evliyâya dil uzatan,onlara karşı edep dışı harekette bulunan ve onları inkâr eden kimse,en kötü hâl üzere ölür.
Anadolu´da yetişen büyük velîlerden İsmâil Hakkı Bursevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Evliyâyı inkâr etmeyip, muhabbet bes- lemek lâzımdır. Çünkü hadîs-i şerîfte; "Kişi sevdiği ile berâberdir." Buyuruldu.Kıyâmet günü bu büyükler sevdiklerine şefâat edeceklerinden, onları sevmemek uygun değildir.Onlara düşman olmak insanın helâkine sebeb olur."
Allahü teâlânın velî kullarına hürmet edip edebli olanlar çok olduğu gibi,onlara karşı gelip,büyüklüklerini inkâr edenler de çıkmıştır.
Ahmed Satîha (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında da, haddini bil- mez bir kimse, kendisine o zâtınkine benzeyen bir külâh alıp; "Ben de onun gibi olabilirim." düşüncesiyle, kibirli bir şekilde gidiyordu.Her şeyin, cübbe ve külâh giymekle hallolacağını zanneden bu kimse, hizmetçinin yardımıyla ata binerken birden hayvandan düştü ve boynu kırıldı. Hatâ- sını anlayıp, acılar içinde kıvranırken; "Beni Ahmed Satîha hazretlerinin yanına götürün." diye inlemeye başladı.Bunu alıp Ahmed Satîha hazretlerinin yanına götürdüler.O kimsenin bu hâlini gören Ahmed Satîha, kerâmet olarak o kimsenin durumunu anladı ve tebessüm edip; "Öyle yapmakla bize zahmet verdin ve boynun kırıldı. Allahü teâlâya tövbe et! Boynun düzelir." dedi.O kimse,tövbe ve istigfâr etti.Ahmed Satîha da duâ ederek, bir miktar zeytinyağına ağız suyundan kattı ve o kimseyi getirenlere vererek; "Bununla hastanın boynunu oğun." buyurdu.Yağlayıp oğdular ve Allahü teâlânın izni ile boynu iyileşti.Bu kimse,o eski düşünce ve hâllerinden vazgeçti.Gördüğü bu açık kerâmet ile, o zâtın büyük- lüğünü anlayıp, huzûruna gitti ve hizmetine girdi.Ölünceye kadar da,Ahmed Satîha hazretlerinin sohbet ve hizmetinden ayrılmadı.
"Sizin sevdiginize,dostLarınıza birsey dendimi nasıL kızar eLinizden geLse cezaLandırırsınız ALLAH Azze ve Cellede kendi dostLarına yapıLanı affetmez.LUTFEN
sozLerimizin nereye gittigine dikkat edeLim.İsLam dini guzeL ve mukemmeL oldugu kadarda tek ve son dindir musLuman oLarak dogdugumuz icin biLe sukretmeye kaLksak omrumuz yetmez.Onun icin MÜRŞİDİ KAMİLLERE DİL UZATMAYALIM bu bizim yararımızadır."
-----
ZüLeYhA aŞKı MiSaLi BeNimKi AmA YuSuf MiSaLi SEN DeqiLSiN...