79 aktive Mitglieder
               
 
Beitrag gepostet am 04.09.10, 12:58 Nr.: 1 Antworten
 
Evliyanın Büyüklüğünü İnkar

Anadolu velîlerinden Kemal Ümmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retlerinin Sinan adında bir oğlu vardı. Bu oğlu ilim tahsîli yapmış, zâhirî ilimlerde çok yükselmişti. Ancak babasının büyük velî olduğunu bir türlü kabûl etmiyordu. Tasavvufta yükselmek, kemâle ermek istiyordu ve ken dine rehberlik edecek yol gösterici bir mürşid arıyordu. Kuvvetli bir ilim tahsîli yapmış olduğundan hep kitaplarla meşgûl olurdu. Nihâyet bir gün babasına; "Herkes seni sevip sayıyor. Eğer beni önceden yetiştir­seydiniz, size itâat ederdim. Fakat zâhir ilimlerde bilginiz yok. Benimse çok müşkülüm var." dedi. Bunun üzerine babası; "Oğlum sen de murâ­dına erersin. Benim sözümü dinle, bu yolda gayret göster, Mekke´ye git, Kâbe´yi tavâf et. Safâ ve Merve arasında sa´y edip, Makâm-ı İbrâhim´e varınca, Allahü teâlâya yalvarıp duâ et. İki rekat namaz kıl. Selâm verip duâ ettikten sonra yanında ihtiyar bir zât görürsün. O zât senin gönlünün derdine çâre olur. O gönül sırlarından haberdârdır. Nice sırları ondan öğrenirsin." dedi.

Babasından böyle bir işâret alınca, Kâbe´ye gitmek üzere yola çıktı. Mekke´ye gitmek için bir gemiye bindi. Hava gâyet sâkin ve gemi yolcu ile doluydu. Yolculukları sırasında hava değişip rüzgâr esmeye ve deniz dalgaları coşmaya başladı. Sonunda gemi battı. Yolculardan kimi bo­ğuldu, kimi kurtuldu. Kemâl Ümmî hazretlerinin oğlu Sinân ise boğulmak üzere olup dalgalar arasında çırpınıyordu. Bu sırada babası âniden gö­züküp onu boğulmaktan kurtardı ve gözden kayboldu. Boğulmaktan kurtulduğu için Allahü teâlâya şükretti.

Kurtulan diğer yolcularla birlikte karadan yürüyerek yola devâm etti­ler. Ancak hallerinin ne olacağını bilmeden yolculukları sıkıntılı geçi­yordu. Bir müddet gittikten sonra çölde eşkıyâ yollarını kesip hepsini esir aldı. Sinan bu sefer de tuzağa düşmüş bir yabancı kuş gibi esir oldu. Allahü teâlâya tevekkül edip sabırla beklemeye başladı. Onu bir zindana kapattılar. Geceleri gözüne uyku girmiyordu. Çok halsiz ve zayıf düş­müş, ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Ayrıca çok da iş­kence görüyordu. Bu ızdırap ve zindandan kurtulmak için hiçbir çârenin olmadığını anladı. O zaman Allahü teâlâya duâ edip, şöyle dedi:

"Yâ Rabbî! Bana lutfeyle, çok günâhkârım. Senin velî kullarından olan babama değer vermez ve inanmazdım. İnadım sebebiyle içinde bulunduğum bu sıkıntıya düştüm. Babama hiç teslim olmazdım. Onun sözlerini hiç tutmazdım. Kimsenin sözünü beğenmez ve yüzünü görmek istemezdim. Babama hiç baş eğmezdim. Yâ Rabbî! Benim çektiğim hep bu yaptıklarımdandır. Bana ihsân eyle kurtar beni. Şimdi kabahatimi anladım." diyerek gece-gündüz ağlardı.

Günlerce böyle çâresiz gam ve dert çekip kurtulacağı günü bekledi. Bir gün ellerini ve ayaklarını da bağladılar ve; "Şimdi senin gözlerine de mil çekip seni kör edeceğiz, artık dünyâyı görmez olursun ve bir yere gi­demeyip, buralarda kalırsın." dediler. Bu sözleri işitince, çâresizlik ve dehşet içinde çok ağladı. Artık tam çâresizlik içine düşüp gözlerini de kaybetme korkusu içindeyken birdenbire babası Kemâl Ümmî hazretleri karşısına çıkıverdi. Elini uzatıp; "Gözünü yum beri gel. Allahü teâlânın kudretini göresin. Hep âh edip inlersin." dedi. Sonra onu anlamadığı bir şekilde tutup Kâbe´ye bıraktı. Gözlerini açtığında Kâbe´nin yanında idi. Bu hallere çok şaşırıp, günahlarına ve kabâhatlerine pek ziyâde pişman oldu. Tam bir ihlâs ile cânu gönülden Kâbe´yi tavâf etti. Sonra Makâm-ı İbrâhim´e geçip iki rekat namaz kıldı.

Bu hâlini kendisi şöyle anlatmıştır: Makâm-ı İbrâhim´de iki rekat na­maz kıldım. Selâm verdikten sonra; "Yâ Rabbî bu yolda nice sıkıntılar çektim. Şimdi beni murâdıma erdir." diye duâ edip ellerimi yüzüme sür­düm. Bu sırada yanımda oturan yüzü örtülü bir ihtiyâr gördüm. Elini öp­tüm ve; "Efendim şimdi sizden ricâm, beni murâdıma kavuşturmak için himmet eylemenizdir. Derdime bir çâre ihsân edin." dedim. Bana; "Evli­yâya karşı inadı terkeyle, onlara îtimât göster. Görünüşlerine bakma! Onların bâtınlarına iç alemlerine bak. Neden gördüğünü ilimden haber­siz zannedersin.Zâhir ilimle Allahü teâlâya kavuşmayı mı murâd eder­sin! Zâhir ilmi olmayanı Hak´tan uzak mı sanırsın? Gerçi ilim kişiye fay­dalıdır.Fakat bu ilimle amel edilmeyince,faydası olmaz.Dünyaya düş­kün olmayan, haramlardan sakınan mevlasına kavuşur.Eğer bu sözleri anlayıp idrak ettiysen, mürşidine yol göstericine teslim olman gerekir." buyurdu ve bir hayli nasîhat etti.

Sinan Efendi bu nasîhatları dikkatle dinleyip çok göz yaşı döktü.Kendisine nasîhat eden zât yüzündeki örtüyü kaldırıp ona yüzünü gös­terdi.Baktığında onun babası olduğunu gördü. "Derdime yine babam çâre oldu." diyerek elini öpüp ayaklarına kapandı.Artık babasının büyük bir velî olduğunu açıkça görüp anladı.Ona teslim oldu ve duâsını aldı.Kâbe´deki hizmetçiler Sinan´ın yanına yaklaşıp; "Bu zât neden sana bu kadar yakın alâka gösterdi. Senin de ona karşı muhabbetin nedendir?" dediler. "Bu zât benim babamdır." deyince, hizmetçiler; "Bu zât elli se­neden beri beş vakit namazını Kâbe´de kılar.Biz onu hep burada görü­rüz." dediler.Kemâl Ümmî hazretlerinin oğlu Sinan,daha sonra babası­nın terbiyesinde tasavvufta yetişip mârifet sâhibi fazîletli bir zât oldu.

Horasan’da yetişen evliyânın meşhûrlarından Muhammed bin Hâmid Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Câhillerin evli­yâyı inkâr etmesi, büyüklere dil uzatması, onları anlamaktan uzak olma­larından ve kalblerinin hikmeti almamasındandır.”


Endülüs,Mısır ve Filistin taraflarında yaşamış büyük velîlerden Ebû Abdullah el-Kureşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri sohbetlerinde,Allahü teâlânın velî kullarına karşı edepli olmayı ve kusur etmemeyi tav­siye etti.Bir defâsında buyurdular ki: Evliyâya dil uzatan,onlara karşı edep dışı harekette bulunan ve onları inkâr eden kimse,en kötü hâl üzere ölür.

Anadolu´da yetişen büyük velîlerden İsmâil Hakkı Bursevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Evliyâyı inkâr etmeyip, muhab­bet bes- lemek lâzımdır. Çünkü hadîs-i şerîfte; "Kişi sevdiği ile berâber­dir." Buyuruldu.Kıyâmet günü bu büyükler sevdiklerine şefâat edecekle­rinden, onları sevmemek uygun değildir.Onlara düşman olmak insanın helâkine sebeb olur."

Allahü teâlânın velî kullarına hürmet edip edebli olanlar çok olduğu gibi,onlara karşı gelip,büyüklüklerini inkâr edenler de çıkmıştır.

Ahmed Satîha (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında da, haddini bil- mez bir kimse, kendisine o zâtınkine benzeyen bir külâh alıp; "Ben de onun gibi olabilirim." düşüncesiyle, kibirli bir şekilde gidiyordu.Her şeyin, cübbe ve külâh giymekle hallolacağını zanneden bu kimse, hizmetçinin yardımıyla ata binerken birden hayvandan düştü ve boynu kırıldı. Hatâ- sını anlayıp, acılar içinde kıvranırken; "Beni Ahmed Satîha hazretlerinin yanına götü­rün." diye inlemeye başladı.Bunu alıp Ahmed Satîha hazretlerinin ya­nına götürdüler.O kimsenin bu hâlini gören Ahmed Satîha, kerâmet ola­rak o kimsenin durumunu anladı ve tebessüm edip; "Öyle yapmakla bize zahmet verdin ve boynun kırıldı. Allahü teâlâya tövbe et! Boynun düze­lir." dedi.O kimse,tövbe ve istigfâr etti.Ahmed Satîha da duâ ederek, bir miktar zeytinyağına ağız suyundan kattı ve o kimseyi getirenlere vere­rek; "Bununla hastanın boynunu oğun." buyurdu.Yağlayıp oğdular ve Allahü teâlânın izni ile boynu iyileşti.Bu kimse,o eski düşünce ve hâlle­rinden vazgeçti.Gördüğü bu açık kerâmet ile, o zâtın büyük- lüğünü anla­yıp, huzûruna gitti ve hizmetine girdi.Ölünceye kadar da,Ahmed Satîha hazretlerinin sohbet ve hizmetinden ayrılmadı.

"Sizin sevdiginize,dostLarınıza birsey dendimi nasıL kızar eLinizden geLse cezaLandırırsınız ALLAH Azze ve Cellede kendi dostLarına yapıLanı affetmez.LUTFEN

sozLerimizin nereye gittigine dikkat edeLim.İsLam dini guzeL ve mukemmeL oldugu kadarda tek ve son dindir musLuman oLarak dogdugumuz icin biLe sukretmeye kaLksak omrumuz yetmez.Onun icin MÜRŞİDİ KAMİLLERE DİL UZATMAYALIM bu bizim yararımızadır."






-----
ZüLeYhA aŞKı MiSaLi BeNimKi AmA YuSuf MiSaLi SEN DeqiLSiN...
0
 
 
Antworten
Der Inhalt darf max. 30000 Zeichen lang sein!
 
Evliyanın Büyüklüğünü İnkar